Varşova’dan gelen ses: Ya iklimi değiştireceğiz ya da sistemi!

“Dünyada binlerce petrol, gaz ve kömür üreticisi var. Ama karar alanların, CEO’lar ya da bakanlar düzeyinde olduğu düşünüldüğünde aslında sorumlu olanlar bir-iki otobüse sığar.”

Diye açıklıyor, haberinde iklim değişikliğinin nedeni olan karbon salımlarının faillerini Guardian Gazetesi. Bugün artık biliyoruz ki iklim değişikliği insan faaliyetleri kaynaklı bir süreç ve bunun da temelinde fosil yakıtlar ve fosil yakıtlardan ortaya çıkan karbon salımları yatıyor. Aslında Guardian’ın verdiği örneği daha da çarpıcı hale getirmek mümkün. Şöyle ki, iklim değişikliğinin hızını arttırarak devam etmesine yönelik karar alanlar bir-iki otobüse sığabilecek kadar az. Bir de iklim değişikliğinden etkilenenler var. Onları düşündüğümüzde karşımıza milyarlarca insan çıkıyor.  

Milyarlarca insanı, insanlığı ve tüm küredeki yaşamı kurtarmak için irade gösterilip, kararlar alınması gerek. İşte bu niyetle Kasım ayının 11’inde Polonya’nın başkenti Varşova’da Birleşmiş Milletler 19. İklim Zirvesi (COP-19) toplandı. Çeşitli düzeylerde temsil edilen ülkeler günlerce oturdular ve tartıştılar. Fakat iklim değişikliğini “derhal” nasıl durdurabileceklerini değil; “ne kadar az verirsek insanların ağızlarını kapatır ve bu tartışmaları öteleyebiliriz”i tartıştılar. Bunun nedeni Guardian’ın aynı haberinin başında gizli: “1751 ila 2010 yılları arasındaki toplam karbondioksit ve metan salımının 914 gigaton (milyar ton) olduğu ve bunun yüzde 63’ünün 90 şirket tarafından üretildiği belirtiliyor.” Bu kısa istatistik aslında kürenin kurtuluşu ile ilgili formülü de bize veriyor: “Ya sistem değişecek, ya iklim değişecek!” Kaderimizi şirketlere ve şirketlere iplerini teslim etmiş hükümetlere bırakamayacağımız açık.

İklim mi? Sistem mi? İklim Zirvesi aslında hangi yolu seçeceğimizi bize net olarak gösteren bir kötü tesadüfle başladı. Zirvenin başlamasından sadece iki gün önce iklim değişikliğine bağlı olarak sayısı her geçen sene artan uç iklim olaylarının en kötülerinden olan Haiyan Tayfunu, Filipinler’i vurdu ve milyonlarca insanı etkileyip, binlerce insanın da ölümüne neden oldu. Bir iklim Zirvesi’nden önce, iklim değişikliğinin nasıl da elle tutulur olduğunu görmek için daha somut bir örnek olamazdı herhalde. Fakat yine de sonuç, gerekli keskinlikte çıkmadı. Oyalama devam etti.

Filipinler örneği, küçük ada devletleri ya da Güney Asya’nın yoksul ülkeleri bize gösteriyor ki, iklim değişikliği ilk önce onları vuruyor. Onlar ne zengin şirketlere ev sahipliği yapıyorlar, ne de kalkınmalarını yaşamı yok edecek şekilde kurgulamış ülkeler. Fakat bunların tam tersi özelliklere sahip ülkelerin ve şirketlerin yapıp ettiklerinin ceremesini çekiyorlar. Bu yoksul ülkelerin neden olduğu karbondioksit salımı, dünyanın zengin bölgelerindekinden çok daha düşük. Artık zengin ülkelerin ve şirketlerin siyasi bir çözüme zorlanmasının zamanı geldi ve geçiyor. Siyasi ve küresel bir çözümün zaman geldi ve geçiyor.

Peki ya Türkiye? Varşova’da gerçekleşen İklim Zirvesi özelinde de baksak, genel olarak iklim değişikliği karşıtı mücadele olarak da Türkiye olması gerekenin çok ama çok gerisinde. Öyle ki, sivil toplum tarafından Zirve sırasında dağıtılan “Günün Fosili Ödülleri”nden bir tanesi yine Türkiye’ye gitti. Bu Türkiye’nin ilk ödülü değil. Daha önceki yıllarda kömür yatırımları yüzünden Günün Fosili seçilen Türkiye, bu yıl birden fazla sebep yüzünden günün fosili seçildi.

– İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulunun ve İklim Değişikliği Daire Başkanlığının etkisizleştirilmesi;

– İklim değişikliği müzakerelerinde kilit rol oynayan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın müzakerelere katılmaması Türkiye’nin günün fosili seçilmesinde temel rolü oynadı.

Bununla beraber, kömür yatırımları ve tüm kamu enerji üreticilerinin 2021 yılına kadar çevresel mevzuattan muaf tutulması da Türkiye’nin Günün Fosili seçilmesinde etkili rol oynadı.

Ödül sebeplerinden bir tanesi çok ilginç aslında. Tüm Dünya toplanmış, bir şekilde iklim değişikliği üzerine konuşurken, sorunu çözmeye ya da çözmemeye uğraşırken ilgili bakanlığın orada olmaması ve Türkiye’nin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müsteşar yardımcısı düzeyinde temsil edilmesi Türkiye’nin olaya bakışını çok net özetliyor. Türkiye’nin karbon salımlarını en hızlı arttıran ülke olmasının yanında, bu konudaki konumunu belirsizleştirerek sorumluluktan kaçması açıkça görülüyor.

Sonuç olarak, Dünya’nın ilk iklim mülteciliği talebi 19 Ekim’de yaşandı. Uç iklim olayları kendisini gösteriyor. Çölleşme, su kıtlığı, gıda kıtlığı yavaş yavaş yaşanıyor ve yaşandığı yerlerde büyük yıkımları da beraberinde getirip, başka sosyal olayları tetikliyor. İşte bu durumda toplanan İklim Zirvesi’nden şirketleri ve zengin devletleri ürkütmeyecek kararlar çıkıyor. En iyimser tahminler bile harekete geçmek için kalan süremizin kısa olduğunu gösteriyor. İklimi değil, sistemi değiştirmek için harekete geçmek…

(Bu yazı Politus Dergisi’nin 8. sayısında yayınlanmıştır.)