Japonya’nın köprüleri, tüp gazları ve Amerika’ya ulaşan molozlar

Japonya’da deprem oldu. Hepimiz canlı canlı izledik. İlk önce deprem vurdu Ada’yı, daha sonra da depremden de beter tsunami. 9 şiddetinde bir depremin yıkamadığı binaları sular aldı götürdü, insanları kaybetti, uçakları havaalanlarından alıp, otobüs terminalinin üstüne bıraktı. Suların hareketini de canlı canlı izledik. O kadar ki, suların Amerika kıyılarına ulaşmasını bile bekledik televizyonun karşısında. Her şey bitti derken, tsunami ve depremi de aratan bir felaket vurdu Japonya’yı. Nükleer tehlike! Santrallerin depremden etkilenmesi ve çıkan yangınlar her türlü olayı unutturdu. Artık haberlerin hepsi nükleer ile alakalı. Tüm Dünya, reaktörlerdeki sızıntıların bir an önce bitmesini bekliyor. İstiyor. Uzmanlara göre, karşı karşıya olduğumuz durum Çernobil ile kıyaslanıyor ve hatta Çernobil’in de geride kaldığını söyleyen yorumlar okuyoruz.

Peki, bu depremde Japonya’da hiç köprü yıkılmadı mı? Yangın çıkmadı mı? Kullanıyorlarsa LPG, kullanıyorlarsa doğal gaz sorunlarına yol açmadı mı bu deprem? Kesinlikle açmıştır. Peki soru şu o zaman: Neden tüm Dünya ve Türkiye yıkılan köprüleri ya da çıkan gaz yangınlarını konuşmuyor da nükleeri konuşuyor? Yıkılan köprünün molozları Amerika’ya ulaşıyor diye değil de, radyasyon bulutları Amerika yolunda diye haber yapılıyor? Herkes farkında çünkü; nükleer öyle şakaya gelen, sınırlara hapsedilebilecek, insanın yarattığı başka felaketlerle karşılaştırılabilecek bir olgu değil. Çernobil’de değerler, turistik geziler için, ancak 25 yıl sonra normale döner gibi oldu. O bölgede yetişecek herhangi bir besin (o da yetişirse) belki hiç yenemeyecek, yerleşime hep kapalı olacak orası. Değdiği yeri yaşamdan kurutan bir teknoloji bu. Tüm Dünya farkında, Almanya, Çin reaktörlerini kapatıyor, yeni yapılacak reaktörleri askıya alıyor. Dünya başkentlerinde, başıçekenkentlerinde gösteriler düzenliyor. Nükleer enerji karşıtı cümleler sokaklarda yankılanıyor.

Peki kim farkında değil? Türkiye’yi yönetenler farkında değil! Başbakan, tüp gazla, köprüyle, santrali bir tutabiliyor. Risk her yatırımda var diyebiliyor. Risk var tabii ki. Köprü söz konusu olduğunda risk ihtimalinden daha da beteri var. Köprü başlı başına bir yıkım projesi olacak. Başbakan haklı ama bildiğimiz bir konu daha var. Yukarıda sorduğum sorudan hareketle biliyoruz ki; risk var, risk var. Bazı risklerin alınmasına ise hiç gerek yok.

Bir de bazı uzmanlar farkında değil. Nükleer enerji dostu uzmanlar bunlar. Televizyonlar köprüler neden yıkıldı diye değil de, nükleer santrali konuştukları için, onlar da televizyonlara çıkıyorlar. Yorum yapıyorlar. Her kazaya bir açıklamaları var. O reaktör eski, bu reaktör kalkacaktı zaten, Sovyet bilim insanları ve teknolojisi çağdışıydı vb… Her sızıntı, kaza haberinden sonra açıklama yapıyorlar, teknolojinin ne kadar geliştiğini anlatıyorlar. Sonuç değişmiyor! Yine bir kaza oluyor, onlar yine televizyonlara çıkıyor ve bahaneler üretiyorlar, nedenler sıralıyorlar. Ta ki yeni bir kaza olana kadar.

Sonuç olarak, Japonya depremi ve sonrasında yaşananlar nükleer enerjiyi, insanlığın sonunu getirecek teknolojilerden medet ummacılığı sonlandırmıştır. Artık, hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Yapılan anlaşmalar, karşılıklı verilen güvenceler ya da alınan verilen başka şeyler… Hiçbir şey ne Türkiye’ye, ne de Dünya’nın başka bir noktasına nükleer santral yapılmasını sağlayamaz. 20 yıl sonra, Finlandiya’da bir televizyonda, Türkiye’de gerçekleşen bir kazaya bahaneler uydurulmasını istemiyoruz çünkü.

17.03.2011

“Japonya’nın köprüleri, tüp gazları ve Amerika’ya ulaşan molozlar” için 9 cevap

  1. Toplumumuzda, bu gözü çıkasıcalara karşı var olan körlük devam ettiği sürece bu tartışmaları yapmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Seçim öncesinde bir delikanlı çıkıp da “var olan nükleer santral projelerini askıya alacağım” dese gidip oyumu ona vereceğim ama o vizyona, o cesarete sahip siyasetçi nerede? Al birini vur ötekine, sonra yine al tekrar tekrar vur. “Demokratik” diye etiketlenen tepkilerden etkilenmiyorlar. Belki de anladıkları tek dille cevap vermenin zamanı geldi artık.

  2. Arazi

    Sen kimsin ki konuşuyorsun kısmını atlatmak istiyorum: Malzeme bilimi ve mühendisliği mezunuyum.

    Derinlemesine bi inceleme yok bu yazıda. Nükleer enerjinin yaratabileceği tehlikeler hakkında edilen sözler gerçekçi. Yazının bütünü ise bazı gerçekleri inkar ediyor.

    kuşkusuz tüp eşit değildir nükleer santral.

    türkiye politikacılarının bu konuda gösterdiği hassasiyet ise ayağı yere basmayan cinsten; rusya başkanı güvence veriyoruz deyince olmuyor %100 güvenlik.

    iyi parmak basılan nokta şu: nükleer enerji dostu olarak adlandırılan kişilerin bir kısmı bahsettiğiniz tanımlara uyuyor olabilir. çernobil sonrası nükleer sızıntının coğrafyaya ve o coğrafya üstünde yaşayan insanlara olan getirilerini belirli nedenlerle ( ihaleler aracılığıyla rant/para elde etmek , enerji konusunda yabancı ülkelere -rusya,libya,arabistan yarımadası ülkeleri gibi- bağımlılığı azaltmak) görmezden geliyor olabilirler. Bunun gibi nedenler büyük ölçekte nükleer enerjiden yararlanmak için meşru nedenler değildir kuşkusuz.

    göz ardı edilen ise şu: nükleer enerjinin alternatifi yok. şu anda dünyada araştırm-geliştirme konusunda enerji teknolojisinin başını çekmekte olan ülkeler (almanya-japonya-amerika-ingiltere) bile sahip oldukları bilgi birikimi ile enerji talebini karşılayacak; olgunlaşmış/uygulanabilir bir çözüm bulamıyorlar. vatandaşlarına yüksek hayat standardı sunabilen (gene almanya-japonya-ingiltere-fransa-amerika gibi) ülkelerde iki gerçek var.

    1. ortalama bir gelire sahip birey kişisel düzeyde 20 yıl öncesine oranla çok daha fazla sayıda enerji ihtiyacına sahip elektrikli/elektronik cihaza sahip. bu cihazları kabaca saymak gerekirse; ses sistemi, cep telefonu, (çoğunlukla birden çok) bilgisayar/netbook/ipad, televizyon, dekoderler, beyaz eşya, oyun konsolları, dvd player, kişisel rahatlığa hizmet eden koşu bantları… vs. Liste çok daha fazla uzayabilir. tüm bunlar bir şekilde enerji gerektiriyor. (türk vatandaşının bu kadar büyük bir alım gücü olmasa dahi git gide artan nüfus bu duruma katkıda bulunuyor.) işin bireysel tüketim kısmı bu. eklemekte fayda var; şu anda iletişimimizi sağladığımız internetin ayakta kalması için ne kadar enerji gerekiyor? ( ilginç bir araştırma konusu olabilirdi)

    2. bu ülkelerin gelişmiş olması zaten söz konusu ülkelerin sanayi,hizmet.. vs. gibi sektörlerde hem hacim hem de kalite olarak gelişmiş olmalarına bağlı, bu demek ki sayı olarak belirli hizmetleri veren kobiler yahut büyük ölçekli firmalar sayıca az gelişmiş ülkelere göre fazlalar ve verdikleri hizmetin kalitesi itibariyle daha fazla enerji tüketen ekipman kullanmak durumunda kalıyorlar.

    bu ihtiyacı henüz olgunluğa ulaşmamış teknolojiler nasıl sağlayabilir? yazınızın kaçırdığı nokta bu.

    hem bireysel hem de üretim düzeyinde dünyayı mahvetmemek için fosil yakıtlardan kaçmaya çalışıyoruz; arabalarda hidrojen hüccreli yakıtlar, elektrikli arabalara geçiş diye insanlar kendilerini paralıyorlar. güzel yaklaşım; fakat o arabalar da elektrik tüketmeye başladığında bu elektriği gene kaçmaya çalıştıüımız fosil yakıtlarla mı elde edeceğiz? hayır. ekolojik dengeye sert müdahaleler eden hidroelektrik santralleri ile mi? hidroelektrik santrallerinin doğaya yaptığı dolaylı etki (avcı türlerin yerlerinin değişmesi ve mikro ekosistemde avlanan canlıların sayısındaki kontrolsüz artış gibi) uzun zamanda etki ediyor ise; bu etki etmediği anlamına mı tekabül eder? hayır. her yere hidroelektrik santraller kurup da etkilerini yaklaşık 200-300 yıl sonra birkaç canlı türü yok olmaya başladığında hissetmemiz; ve o canlıların bu gezegende var olma hakları ir ara; ekosistem dengesinin bozulması çok mu kabul edilebilir?

    rüzgar enerjisi ise kaynağı stail olmayan bir tür. yukarıda vatandaşlarının enerji tüketimini iki madde itibariyle ifade ettiğim ülkelerde ; rüzgar kesilip de enerji sağlanamadığında ne olacak? fabrikada gün ortasında siparişe yetişilmeye çalışırken bir anda üretimin durması; bir semtte gece aniden elektriğin kesilmesi gibi getirileri çok mu sağlıklı? o semtte gece elektrik kesilmesi itibariyle gerçekleşebilecek suçlar çok mu meşru?

    biyoyakıtlar var mısır gibi bitkilerden elde edilen; tabanca gibi fikir. insanlar aç kalmaya başladığındaki getirileri nasıl olacak? dünyanın bir kısmı global ekosisteme zarar vermeden yaşarken; bir kısmının dünya kaynaklarının eşit dağıtılamamsı gerçeği itibariyle aç kalması çok mu makul? bunun yanında biyoyakıt teknolojisi olgunluğa ulaştı mı?

    geriye olumlu bakılabilecek tek güneş enerjisi kalıyor; antalya gibi bir alana enerji sağlamak için neredeyse şehrin kendi kapladığı alan kadar paneller inşa edlmesi gerekiliyorsa bu sorunu şehir planlamacılığı/mimari düzeyde çözebilir misiniz? şehir dışına yapsanız o dev panelleri ; doğal hayata gene de negatif etkisi olmayacak mı bunların?

    kabul etmesi zor ve gerçek. nükleer enerjinin alternatifi olmadığı sürece nükleer enerjiye karşı çıkmak ; 21. yy insanının tüketim alışkanlıkları ve üretim şekillerini görmezden gelmektir en iyi ihtimalle.

    türk politikacılarının olay hakkındaki tepkileri ve hassasiyetleri yetersiz. mesele bu değil aslında. mesele; olgunlaşmış; doğaya minimal zarar veren enerji üretim şekillerinin geliştirilmesi. bunlar gerçekleşene kadar maalesef nükleerden kaçalım demek ise yukarıda bahsi geçen meseleleri inkar etmektir.

    kimse şehirlerin, ormanların radyasyondan girilemez haline gelişini görmek istemez. kimse çocukları kanser olsun; vücudu deforme olsun istemez. bunların gerçekleşmemesi için bir alternatifiniz varsa onu sunun. olgunlaşmamış ve kamuya devamlı / çevreye minimal düzeyde zararlı enerji sağlamak için bir alternatifiniz varsa bunu belirtin.

    saygılar.

  3. Düsünün hele, siz bir Basbakan olacaksiniz, tüple nükleeri bir kefene sokup tehlikeleri aynidir diye bütün dünyanin önünde aciklama yapacaksiniz. Böyle bir sey olabilir mi ya? Ne utanc verici bir durum. Buradan da anlasiliyorki RTE olayin cidiyetini hala kavrayamamistir. Alman hükümeti Nükleer sentralerin calisma süresini uzatmisken, güncel olan olaylardan dolayi yedi nükleer santrali kapatma karari alarak uzatma kararini simdilik askiya aldi.

    NÜKLEERE HAYIR…

    1. Arazi

      insanların türkiye gibi gelişmekte olan ( yani çeşitli sanayi dallarında büyüme eğilimde olan) bir ülkede ortaya çıkailecek enerji açığının sistematik olarak nasıl kapatabileceği konusunda zekice yorumlar yapmaları yerine; ‘RTE’ye hayır!’ , ‘nükleere hayır!’ gibi zaten sloganlaşmaya başlamış politik hayatımızın semptomlarıyla hareket etmesi üzücü.

      bireysel düzeyde ‘sen kimsin?’, ‘kimi temsil ediyorsun?’ düzeyinde sorulara sürekli maruz kaldığımız sosyal-politik hayattaki çıkmazdan kaçamadığım için açıklamak durumunda hissediyorum.

      20 lerinin sonundayım ve henüz kimseye oy atmadım ( 3 seçim boyunca, türkiye’nin geleceği için her türlü sınıf , ve değişik alım gücüne sahip vatandaşlara eşit düzeyde durup sosyal bir devlet sözü vermediği için kimse)

      ekleyebileceğim tek şey; caps lockları açıp NÜKLEERE HAYIR demekle olmuyor.

      çözüm var mı? nükleer enerjinin az girdi -input- çok çıktı -output- oranını karşılayan efektif bir enerji kaynağı konusunda yorumda bulunuyor musunuz? hayır.

      neden bahsettiğimi anlamıyorsanız yukarıdaki uzun paragraflara saygı göstermenizi dilerim.

  4. sosyalbilgilerim

    Allah yardım etsin gerçekten zor bir durum….

  5. […] düşününce durum gerçekten karamsar olmak için yeterli gözüküyor. (İlgili bir yazı: Japonya’nın köprüleri, tüp gazları ve Amerika’ya ulaşan molozlar […]

  6. hau

    NÜKLEERE HAYIR deyip, ‘sevdiğine’ bayrak sallayan ‘sevmedğine’taş atanlara gelsin ( mantıklı düşünmeyi bir kenara bırakmış arkadaşlara):

    http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2011/mar/21/pro-nuclear-japan-fukushima

  7. […] Başbakandır korunacaktır tabii ki. Ama bizim böyle nükleer bir alarmda kaçacak kamyonlarımız yok. Özel giysiler bizi gittiğimiz her yerde izlemiyor. Bu yüzden de (Başbakan: “Patlayabilir mi? Tabii, risk var!”) nükleer santralleri istemiyoruz. Bunu anlamak bu kadar zor mu? (İlgili bir yazı) […]

  8. […] Başbakandır korunacaktır tabii ki. Ama bizim böyle nükleer bir alarmda kaçacak kamyonlarımız yok. Özel giysiler bizi gittiğimiz her yerde izlemiyor. Bu yüzden de (Başbakan: “Patlayabilir mi? Tabii, risk var!”) nükleer santralleri istemiyoruz. Bunu anlamak bu kadar zor mu? (İlgili bir yazı:Japonya’nın köprüleri, tüp gazları ve Amerika’ya ulaşan molozlar) […]

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: