Haftanın tortusu

* Mısır’da isyan bir haftayı devirdi. * Yumurtanın içinden demokratik hak çıktı. * Protesto öncesi, önleyici demokrasi hamleleri. * 55 Bin kişiye boykot cezası uygulanmak isteniyor. * Başbakan seçim barajına sahip çıktı.


* Mısır’da isyan bir haftayı devirdi. Her halde haftanın en önemli olayı bu. Başarılı olursa, belki de yılın olayı. Mısır halkı, bir haftadır sokakta, yönetime karşı isyan ediyor. Tunus’tan sonra, daha büyük ve daha etkili bir ülke daha hareketlendi. Fakat, biz neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz Mısır ve olaylar ile ilgili. Herkes konuşuyor bu konu hakkında. Herkes, bir takım haberler veriyor. Fakat, bu isyanın temel hareket noktası nedir? Bu isyanın temel istekleri nedir bunu analiz eden kimse yok büyük gazetelerde, televizyonlarda.
Bu nokta bana kalırsa önemli. Çağın ruhu gibi bir durum bu. Yüzeysel olarak çok bilmek ama derinlemesine bir şey bilememek. Kim kimdir, kimin gücü ne kadardır? Bunların hiçbirini net bir şekilde ortaya koyabilecek uzman yok. Büyük bir haber kanalına uzman niteliğiyle çıkan bir kişi, iktidar partisinin ismini bilmiyor, muhalefet partisinin ismi konusunda emin değil. Başka uzman oldğunu söyleyenler de ağızlarından İsrail, ABD, Türkiye sözlerini düşürmeden yorum yapıyorlar. Bir halk ayaklanıyor, insanlar ölüyor, burada insanlar Türkiye merkezli komplo teorileri içinde yüzüyor.
* Yumurtanın içinden demokratik hak çıktı. Bir süre önce en büyük gündem maddemiz olan yumurta, eylemlerin sokaklara taşınması ile biraz unutulur gibi olmuştu. İktidar üyelerinin de üniversitelere pek gitmemesinin de bunda payı olmalı. İşte o yumurta tekrar gündemimize girdi bir mahkeme kararı sebebiyle. Karardan öğreniyoruz ki, yumurta demokratik bir hak.
Zaten Batı tipi demokrasilerin hepsinde bu tip eylemlerin demokratik bir eylem olarak görüldüğü bilinen bir gerçek. Belki sağ görüşlü kesimler arasında bunun şiddet olduğunu düşünenler vardır. Şu anda okuduğum bir kitap örneğin, puding atan muhalifleri “katil suikastçılar” olarak nitelendirilen 60’ların Almanya’sından bahseiyor. Tabii ki bu sıfatı yakıştıranlar sağcılar. Bizde ilginç olan bu “sağ” düşüncelerin sadece sağ kesim içerisinden değil, başka kesimler içerisinden de taraftar bulması. Ne olursa olsun, boya atmak, yumurta atmak, bu tip şiddet içermeyen ama itibar sarsıcı eylemlerde iktidarı, gücü, hedef almak Yeşil politik tarihin de vazgeçilmezi. İktidarın, gücün, izin verdiği karamlar içerisinde muhalefet yapmaya kalkmak zaten baştan kaybetmeyi kabul etmektir. Radikalliği ve yaratıcı eylemi, iktidarın şiddet ağzı içerisinde feda edemeyiz.

* Protesto öncesi, önleyici demokrasi hamleleri. Erzurum’da yapılacak olan Kış Üniversite Oyunları sırasında Başbakan’ın üniversite öğrencilerinin seçilmişleriyle görüşeceği haberi de geldi. Bu biraz, ekonomik ya da siyasal zirvelerin dağlarda, protestocuların ulaşamayacağı yerlerde yapılmasına benzemiyor değil hani. Erzurum’un durumu, konumu göz önüne alındığında protestolardan arındırılmış bir görüşme isteği olduğu açık. Tabii ki böyle bir istek olabilir. Bunun karşılığı da olacaktır ama. Bir grup öğrenci de, Ankara’da çıkıp Erzurum’a gideceklerini açıkladılar. Bu da ne kadar normal değil mi? Fakat, Erzurum’a gidemediler. Ankara’dan çıkmadan iki kere otobüsleri durduruldu. Erzincan’a (Erzurum’a değil) ulaşıncaya kadar da bu sayı sekize çıktı. Her seferinde kimlik aramaları, bekletmeler. Güvenlik için bir ya da iki kere yapılsa belki kabul edilebilecek bir uygulama, sekiz kere yapıldığında siyasi bir duruş oluyor ister istemez. Tüm bunlar sonucunda da öğrenciler Erzurum’a sokulmadı. Protesto edebilirler diye bir şehre üniversite öğrencileri sokulmadı 2011’de Türkiye’de. Hem de o şehirde Üniversite Oyunları oynanıyordu! İroninin büyüklüğü.
Tüm bunlar üstüne, Denizli’de protesto edecekler iddiası üzerine insanların gözaltına alındığı haberi gelince bazı şeyler daha net oluşmaya başladı. Önerim şudur: Haziran seçimleri açık yapılsın. Başbakan’a oy vermeyen herkes, Başbakan kendi şehirlerine geldiğinde tutuklansın. Başbakan nereye giderse gitsin %100 AKP’li halkla karşılaşsın. Bu kadar da özgürlüğü olmayacak mı yani Başbakan’ın. Bu önerime karşı çıkan herkesi buradan özgürlük düşmanı ilan ediyorum!

* 55 Bin kişiye boykot cezası uygulanmak isteniyor. 12 Eylül Referandumu’nda büyük bir kesim de boykot kararı almış ve uygulamıştı. BDP’nin başını çektiği bu cephe, zaten seçimlerde oy vermeyen insanlarla birleşince katılım düşük olmuştu referandumda. Türkiye’de, Avrupa’nın üstünde bir katılım oranı olsa dahi, katılım oranları seçimlerde çok çok yüksek olmuyordu son zamanlara kadar. Kutuplaşmanın getirisi olarak insanlar oy kullanmaya başladılar. Her seçimden önce de, medyada mutlaka haber olur: “Oy kullanmamanın cezası şu kadar lira.” Daha önce bir kere uygulandığı haberi yapılmamıştı. Referandumdan sonra ise yapıldı. Boykot kararını uygulayan insanlara karşı ceza işlemi uygulanmaya başlandı ve ilk etapta 55 bin kişiye ceza verildiği açıklandı. Şimdi bir kere durmak gerek. Eğer boykot bir sivil itaatsizlik eylemi ise, ki öyle olduğu açıklandı, sonuçlarına, yani cezasına, da katlanmayı göze alarak girişilen bir eylem olmalıdır. Sivil itaatsizliği tanımında bu vardır. İtaatsizliği, onun sonuçlarını, cezasını, göze alarak ve baştan kabullenerek yaparsınız. Zaten amaç, kitleler halinde ceza almak ve cezanın uygulanabilirliğini ortadan kaldırmaktır. Bu işin bir yanı. Diğer bir yanı ise çifte standart kısmı. Bu ceza kimseye uygulanmadıysa şimdiye kadar, yoktur artık böyle bir suç. Sadece iş, belirli bir toplumsal kesime gelince uygulanan ceza olmaz. Bu çifte standarttır. Ve ne yazık ki, görülen de sadece budur. O kadar ki, yoğunluğun daha düşük olduğu İstanbul’da aynı kararı uygulayanlara bu cezayı verebiliyor musunuz, veremiyor musunuz? Ayırt edebiliyor musunuz? Eğer hayır ise yanıt, bu ceza da anlamsızdır.

* Başbakan seçim barajına sahip çıktı. Başbakan’ın bu sefer sahip çıkma argümanı, ekonomiydi. Seçim barajı ile oluşmuş, barajın altında kalan partilerin oylarıyla gerçekleşmiş bir tek parti iktidarlarının ekonomiye iyi geldiğini iddia etti Başbakan. Bir iddiadır ve ciddiye alınmalıdır. Doğruluğu ya da yanlışlığı ise karşılaştırmayla bulunur. Mesela şu soru önemli değil midir? Türkiye’den daha büyük ekonomileri olan (ki bu ekonomik büyüklüğün “iyi” olduğu, mutluluk ya da yaşam kalitesi getirdiği de tamamen bir halüsinasyondur!) hangi ülkede seçim barajı %10’dur? Baktığımızda böyle bir ülke göremeyiz. İngiltere’nin, Almanya’nın koalisyonlarla yönetildiği de ortadadır.
Bir başka sorun da şuradan çıkmakta. Teklik, ekonomiye iyi gelen bir durumsa, Krallıklarda ekonominin en iyi olması gerekmez mi? Koalisyon kısmi çok seslilik ise, tek parti hükümetlerinde de çok seslilik olabilir! Değil mi? Türkiye’de olmaz mı? Türkiye, tek adamlıkla mı yönetiliyor? Yok canım, daha neler!

01.02.2011

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: